Basel II Nedir? Türkiye İçin Neden Önemli? Basel II, yalnızca Türkiye'ye özgü bir düzenleme değil. Başta G 10 ve diğer Avrupa ülkeleri olmak üzere, tüm dünyada bankacılık sektörünü ilgilendiren bir gelişme. Esas olarak, bankaların sahip olması gereken sermaye miktarını belirlemeye yönelik bir düzenleme. Konuya giriş yapmadan önce, genel olarak mevcut sistemin nasıl çalıştığını ve sermaye ihtiyacının nereden çıktığını ele alalım. Bankalar mevduat toplar ve bu mevduatlarla kredi verirler. Vadesi geldiğinde de krediyi geri alır ve mevduatı sahibine geri verirler. Bu noktada, bankanın sahip olduğu sermaye, bankanın faaliyetleri dolayısıyla maruz kaldığı risklerin gerçekleşmesi durumunda, müşterilerin karşılaşacakları kayıpların giderilmesinde bir güvence sağlar. Sermaye bankanın taşıdığı risklerle ne ölçüde iyi ilişkilendirilirse, bankanın mali yapısı o ölçüde güçlü ve güven verici olur.
Bankacılıkta risk yönetimi ise, maruz kalınan riskleri ölçmek ve bu risklerin gerektirdiği sermayeyi (ekonomik sermaye) temin etmektir. Risk yönetimi yaklaşımında sermaye, beklenmeyen zararın karşılığıdır. Bu nedenle bankaların sahip olmaları gereken asgari sermaye seviyesinin hesaplanması önemlidir. İşte Basel II de bu amaca yönelik bir düzenleme.
Bugüne kadar kullanılan, kısaca Basel I olarak tanımlanan düzenleme, 1988'den beri uygulanıyor. Bu düzenlemenin özünde şu var: Bankalar, her 100 liralık nakit kredinin geri ödenmemesi riskine karşı, 8 lira sermaye tutuyor. Aslında, kredinin geri ödenmeme ihtimali, kime verildiği ile ilgilidir ancak mevcut uygulamada bankalar kredibilitesi çok yüksek ya da çok düşük olan tüm firmalara aynı yaklaşımı sergiliyor. Basel II, Basel I'in bu hesaplama yönteminin yanlış olduğu fikrinden çıktı. Çünkü Basel I, riski ayrıştırmıyor, risk ayarlaması yapmıyor.
Ancak, sermayenin riske göre hesaplanması gerekiyor. Banka eğer çok riskli bir firmaya kredi veriyorsa, belki de 8 liradan fazla sermaye tutması gerekecek. Daha az riskli bir firma içinse, tam tersine daha az sermaye tutabilir. İşte Basel II'nin mantığında bu yaklaşım var. Artık sermaye ihtiyacı, kredi verilen firmanın riski dikkate alınarak hesaplanacak.
Bu değişimle, bilinçli bir risk yönetimi kültürü oluştuktan sonra, bankacılık sistemi çok daha verimli hale gelecek, piyasanın ve işletmelerin korunması yolunda daha doğru bir yapıya bürünecek, herhangi bir sorun ortaya çıktığında, bu sorun risk yönetimi tarafından hızlı bir şekilde teşhis edilebilecek.
Kaynak: KobiFinans Bilgi Serisi-II